Temmuz 05, 2011

sadakatintavrı

minik bir taşın basıncıyla dans eden bir su birikintisi gibi zaman.. dans ediyor, etrafında oluşan halkacıklar kıvırdığının belirtisi... anlamsız... yorgancı dükkanının camındaki yılbaşı ağacı süs ampülleri çığlık atıyordu, gördüm... önemsemedim varlığımı ondan sonra... süs ampülleri gibi değil mi, aldığın her nefes, ne de olsa.

tahammülüm yok tahammülsüzlüğe.. tahammülüm yok süs ampüllerinin gölgelerine.. hayaletlere.. geçmişten bugüne dek anlamsız bir sadakat bu ihanete... içime çektim.. içimde hapsettim.. ne zaman içimi açsam, canımı yaktı esaretim.. esaret üç duvar arasında değil, dört duvar arasında uysalmış; öğrendim.. kapılar kapandı.. kırılırcasına çarptım, örttüm içimdeki kara deliği.. düştüm.. düştüm.. düştüm, ağır ağır.. kendime gelmek zor..

kendime gelmek zor, biri beni sarsmadan.. kendi kendimi sarsmaya kalkmak yorucu.. sağ yanım çekiştiriyor sol yanımı.. kalbim sıkışıyor.. tık tık tıııııııııııııığk!

süs ampülleri.. yanıyor.. sönüyor.. renkler; değişiyor.. bazen, beynimde, tüm renkler paramparça oluyor.. süs ampüllerinin fişini çekiyorum. ciğerlerimdeki nefes, tükeniyor..

ihanet filmlerde güzel, şarkılarda güzel.. orada durduğu müddetçe tahammül edeceğim kaf dağı yolcusuna.. artık masallara gülüp geçecek kadar büyük bir kalbim var..


"ihanet aslında sadakatin tavrını sever.."

Şubat 22, 2009

kanadı kırık kuş için.

kendime kızdım şimdi sadece.. sadece kendimde yaraladım uçan bi' kuşu.. kuşların kanatları hep kırıktı nasıl olsa bu dünyada. sadece bu dünyadan bi' tanesini kesip yapıştırdım kendi dünyama.. neden bilmem.. çok isteyipte ağlayamıyorum. hem ağlasam, rahatlayacak mıyım? bilmiyorum. gözlerimden o ılık damla düşmedikçe bilemeyeceğim sanırım.. herşey bi' muamma örtüsünün altına saklanmış sanki de sıcak soğuk oynuyoruz hiç bilmediklerimle.. hiç tanımadıklarımla.. ve hiçbir zaman bilip tanıyamayacaklarımla.. dünyaya sığamayacak kadar doluyum bugün.. sana değil, kendime kızdım sadece.. en sevdiğim şarkıyla dilimi acıtmak istedim.. kanadı kırık kuş için..

Kasım 19, 2008

yoksa.

gözleri durup dururken de yanabiliyor bazen insanın, bi' avuç gözyaşı dökmesi; ya da burnunun sızlaması gerekmiyor hiç üstelik.. gözleri yanan bi' varlık ne kadar dayanabilir bu acıya bilmiyorum. ellerimi kapatsam, bastırsam gözlerim üzerine, gözbebeklerimi ezicekmişim gibi hissediyorum, üstelik farkında olmadan.. "afedersin, görmedim gerçekten, bi'şeyin yok ya" cümlesinden nefret ettiğim halde, kullanmak zorunda kalacakmışım gibi.. varsın yansın gözlerimin içindeki renk, alev alev.. itfaiyeye gerek yok.. hem sanırım, şimdi çevirsem numarayı, bulunduğum yere gelmeleri epey vakit alacak gibi.. hem benim adres özürlülüğüm var, yeterince açık tarif edemem bulunduğum yeri, ve üstelik; oldukça alakasız ama, öyle hemen bulamam basitçe anlatılan bi' adresi.. benim lugatımda her sokak isimsiz, her bina kapı numarasız.. hepsi aynı.. hepimiz aynı.. hepiniz aynı.. görmek için aynalara bakmak gerekmiyor üstelik. hem görebilecek miyim, emin değilim. gözlerim de yangın var, itfaiye için oldukça geç ve gereksiz..

çokça dilime doluyorum bu sıralar bi' kaç notayı.. çığlık atmayı sevmiyorum.. ama bil istiyorum dudağımın ucunda birikenleri.. ben anlatmasam da bil, anla, tanı.. hem aynı değil miydik? sen aynı, ben aynı... tıpkı ben.. ben gibi sen..

"belki bi' gün/ ağaçlar kök salınca/ hepsi göğsüme batınca/ tek odalı kağıttan şatomda/ uyanırım belki/ yalnızken kırık yatağımda/ alışırım zamanla/ bu kadarı yeter bana hayatta/ yetinirim belki"

b e l k i..
katlanamam farklı olmaya. farklı olmana. farklı olmamıza.
b e l k i..
ağaçlar kök salıp, hepsi göğsüme batmadan daha, yıkılır tek odalı şatom; uyanamam hiç.
b e l k i..
içimdeki yalnızlık boğmaya kalkar beni, kırık yatağım kendini taşıyamaz olur ve dağılır hayat. alışamam bu dağılmışlığa.
b e l k i..
yetinemem farklı olmanla.

siren sesleri duyuyorum, çığlık çığlığa kelimeler yükseliyor içimden. ve ben çığlık atmayı sevmiorum. hiç. dilimin ucuna asılıyor bi' kelime, cümleler birikiyor dudağımda. bildin mi? bilip tanıdın mı? hiç anlamadın mı yoksa?

sen mi çağırdın elindeki hortumu taşımaya bile mecali olmayan şu adamı yoksa?